ALE’L-MA’NA RİVAYET
MA’NEN RİVAYET -
RİVAYET Bİ’L-MANA
Ma'nen rivayet de denir.
Her ikisi de mana ile rivayet demektir. Kısaca, hadislerin manasıyla rivayet
edilmesine denir.
Hadisler, yerine göre
Hz. Nebi'den yıllarca sonra rivayet edilmiştir. Bu itibarla bir kısmının aradan
zaman geçmesi dolayısiyle onun ağzından çıkan sözler yerine onlarla aynı manaya
gelen başka lafızlarla nakledildiği olmuştur. Hadisin manasını bozmayacak şekilde
bazı kelimelerinin yerine onunla aynı manaya gelen başkalarını getirerek
rivayete bu isimler verilmiştir.
Hadislerin manasiyle
rivayetine şu hadisin rivayeti misal verilebilir:
“Koğucu olanlar Cennete
giremezler”. Bu hadis, bazı raviler tarafından metindeki “kattât” kelimesi
yerine aynı manaya gelen “nemmâm” lafzı ile rivayet edilmiştir. Her iki kelime
de koğucu manasına gelir. Şu hale göre, hadisin bir kelimesi yerine aynı manaya
gelen bir başka söz getirilmekle mana bozulmamıştır. Dolayısiyle hadis,
metnindeki bir kelime manası bozulmayacak şekilde başka bir kelimeyle
değiştirilerek rivayet edilmiştir. İşte ravinin, şeyhinden işittiği hadisleri
kelimesi kelimesine rivayet etmesine lafzan rivayet, bazı kelimeleri yerine
manasını değiştirmeyecek başka sözler getirerek rivayette bulunmasına ise
ma'nen rivayet adı verilir.
Hadislerin manasıyla
rivayeti başlıca üç şekilde olur:
1. Bir sözü, onunla aynı
manaya gelen bir başkasıyla değiştirerek. Söz gelimi “ka'ade” yerine “celese”,
“alime” yerine “arefe” veya “edreke”, “istitâat” yerine “kudret”, “nebi” yerine
“resul” kelimelerini getirmek suretiyle rivayet gibi.
2. Hadisteki bir lafız
yerine aynı manayı vediği zannolunan, ancak kesinlikle aynı manaya gelmeyen bir
kelime getirerek. Bu şekildeki ma'nen rivayetin caiz olmadığında hadis
âlimlerinin görüş birliği vardır. Sebebi, böyle bir durumda mananın
bozulacağıdır.
3. Ravi, hadisin
manasını kavradığına kesinlikle inanır. Rivayet ederken bazı sözleri yerine
onlarla eş-manalı başka sözler kullanacağı yerde, manayı kendi anladığı şekilde
ifade ettiğine kesin olarak inandığı başka sözler getirerek rivayet eder.
Getirilen ibarenin değiştirilen sözlerle kasdedilen manaya gelmesi şartıyla
alimlerin çoğunlukla kabul ettikleri mana ile rivayet şekli budur.
Hadisleri Hz. Nebi'den
ilk olarak rivayet etmiş bulunan sahabe, ondan görüp işittiklerini naklederken
büyük sorumluluk taşıdıklarının bilinci içindeydiler. Bu yüzden hadisleri,
lafızlarını değiştirmeden rivayet etmeye büyük özen gösteriyorlardı. Büyük bir
kısmı hadislerin, Hz. Nebi'den nasıl işitilmişse o şekilde rivayet
edilmelerinin şart olduğu görüşündeydi. Nitekim Abdullah b. Ömer, “Münafığın
meseli, iki koyun sürüsü arasında kalan şaşkın koyunun meseli gibidir”
hadisini, manasını bozmayacak şekilde bir kelime değişikliği yaparak
“kemeseli'ş-şâti'r-râbidati” şeklinde rivayet eden birini azarlamış ve
“Yazıklar olsun sana! Allah Resulüne karşı yalan söyleme” demiştir. Aynı sahabi
İslam'ın beş şartını sıralayarak sayan birine Ramazan orucunu beşinci şart
olarak sona almasını söylemiş ve Hz. Nebi'den nasıl işitilmişse öyle rivayet
edilmesi lazım geldiğine işaret etmiştir.
Sahabeden sonra gelen
Tabiin ve Tebe'u't-Tâbi'in devirlerinde de hadislerin genellikle
değiştirilmeden lafzıyla rivayet edilmeye çalışıldığı görülür. Bununla birlikte
zamanla bu konu hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olup olmadığı
konusuna dönüşmüş ve İslam alimleri, özellikle muhaddisler arasında görüş
ayrılığına yol açmıştır. Kasım b. Muhammed, Muhanımed b. Şirin, Sufyan b. Uyeyne,
İmam Malik, Ebu İshâk İsferâ'ini, Ebu Bekr er-Râzi, İbn Hazm gibi âlimler Arap
dilinin üslup özelliklerine hakkıyla vakıf olması gereken muhaddislerin
hadisleri, işitilen lafızlarını aynen muhafaza ederek rivayet etmeleri
gerektiği, bunları hiçbir şekilde değiştirmelerinin caiz olmadığı
görüşündedirler. Bu görüşte olanların dayandıkları deliller şunlardır:
a) Hz. Nebi Veda
Haccında binlerce sahabinin huzurunda,
“Benim sözlerimi işitip
belleyenin, sonra işittiği şekilde başkalarına ulaştıranın Allah yüzünü ak
etsin; zira nice kimseler vardır ki, belledikleri ilmi kendilerinden daha
bilgili birine ulaştırmış olurlar” buyurmuştur. Dikkat edilirse hadiste Hz.
Nebi'in sözlerini işittiği şekilde ve değiştirmeksizin başkalarına ulaştıranlar
öğülmüştür. Onun sözlerini değiştirmeden başkalarına ulaştırmak ancak kelimesi
kelimesine tekrarlamak suretiyle rivayet etmekle olur.
b) Hz. Nebi Arapların en
güzel konuşanıydı. Sözleri ölçülü, dinleyenlerin anlayabilecekleri şekilde
açık, herbir kelimesinde ayn bir mana, yerine göre bir edebi güzellik veya
özellikle hüküm bulunacak şekildeydi. Eğer ona ait sözler rivayet sırasında
değiştirilirse, bir an için mananın değişmeyeceği kabul edilse bile, bu
özelliği kaybolur. Öyleyse hadislerin işitildiği şekilde muhafazası ve değişikliğe
uğramadan rivayet edilmeleri gerekir. Nitekim aynı sebepten dolayı Kur'ân-ı
Kerim'in manasıyla rivayeti caiz görülmemiştir.
c) Hz. Nebiin sahabeden
el-Berâ b. Âzib'e bir dua öğretirken onun duada geçen “nebiyyike” kelimesi
yerine aynı manada “resûlike” demesi üzerine “hayır öyle deme, nebiyyike de”
buyurduğu rivayet edilmiştir. Allah Resulünün bu ikazını, sözünün kelimesi kelimesine
nakledilmesini istemesine bağlamak en isabetli yorum olur.
d) Sonraki devirlerde
yaşamış olan müslümanlar, Hz. Nebi (s.a.s)'in her sözünü değişik yorumlamak
sonucu, birçok faydalı bilgiler elde etmişlerdir. Halbuki hadisler,
lafızlarıyla değil de manalarıyla rivayet edildikleri takdirde bir lafzın
yerine getirilmiş başka sözün, ne kadar aynı manaya gelirse gelsin, aynı
bilgilere yorumlanması imkansızdır. Bunun gibi değiştirilen sözler arasındaki
küçük farklardan dolayı hadisin, olduğundan daha değişik manalarda anlaşılması
ihtimali de her zaman için vardır.
e) Bir ravinin Hz. Nebi
(s.a.s)'in bir sözünü değiştirmesi caiz olunca ondan rivayet edenin de
değiştirmesi caiz olur. İkinci raviden rivayette bulunan bir üçüncü raviye aynı
iş daha kolay gelebilir. Bu takdirde Hz. Nebi'in sözü ile son ravinin rivayeti
arasında geniş ölçüde farklılık meydana gelebilir. Böyle olduğu için
hadislerin, sözleri değiştirilmeden rivayet edilmeleri kaçınılmaz bir zaruret
halini alır.
Diğer taraftan İmam
Malik, Hz. Nebi (s.a.s)'in hadislerini lafzen rivayet edildiği şekilde
hıfzederek nakletmekle birlikte Hz. Nebi'in dışındakilerden gelen mevkuf ve
maktu rivayetlerin manen rivayet edilmelerinin caiz olabileceği görüşündedir.
Görüldüğü gibi, kimi
alimler yukarıda nakledilen akli ve nakli delillere dayanarak hadislerin
manasiyle değil lafzen rivayet edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Buna
karşılık kimi alimler de hadislerin manasiyle rivayet edilmesini caiz
görmüşlerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak bazı haberler nakletmişlerdir.
Bunlardan birine göre Hz. Nebi (s.a.s)'e sahabeden bazıları
“Ya Resulallah! Senden
hadis işitiyoruz, fakat işittiğimiz gibi eda edemiyoruz” deyince, O,
“Helali haram; haramı
helal yapmadığınız ve manasında isabet ettiğiniz sürece işittiğiniz gibi eda
etmenizde beis yoktur” buyurmuştur. Bir başka rivayete göre ise Mekhûl şöyle
demiştir:
“Sahabi Vasile b.
el-Eskâ’ın yanma girdik. Bize Hz. Nebi (s.a.s)'den işitmiş olduğun içinde vehim
ve nisyan olmayan bir hadis rivayet et” dedik. Bize
“Bu gece içinizden
Kur'ân okuyan oldu mu?” diye sordu
“Evet” dedik,
“Okuduğunuz Kur'ân'a
elif, vav veya başka bir harf eklediniz mi?” dedi. Ben
“Kur'ân-ı Kerim'in
lafızlarını iyice hıfzetmediğimiz için bazen fazla, bazen de noksan okuyoruz”
cevabını verdim. O zaman şöyle dedi:
“Elinizdeki Kur'ân-ı
Kerimi gece gündüz okuduğunuz halde (lafızlarını iyice ezberliyemediğinizi
söylüyorsunuz da) bizler Hz. Nebiden bir veya iki kere işittiğimiz bir sözü
vehim veya hataya düşmeden, noksan veya fazla olmadan nasıl rivayet edebiliriz?
Hadisi size manasiyle rivayet edersem bu size yeter.”
Hadislerin manasiyle
rivayet edilmelerini caiz görenler Ayrıca şu akli delilleri de ileri
sürmüşlerdir.
1. İbn Mes'ud ve diğer
bazı sahabiler rivayetlerinde;
“Hz. Nebi (s.a.s)
şunları buyurdular yahut bunun gibi, veyahutta buna benzer bir söz söylediler”
demişlerdir. Demek oluyor ki, böyle diyen sahabi, Hz. Nebi'in ne söylediğini
hatırlayamamış, sözlerinin yerine manasını rivayet etmiştir, aynı şekilde
birçok sahabinin,
“Hz. Nebi (s.a.s) bize
şunu emretti, bizleri şundan men etti” dedikleri bilinmektedir. Bu, Hz. Nebi'in
bir şey emredip ötekini yasaklarken söylediklerinin tekrarı değil, manasının
rivayetinden başka bir şey değildir.
2. İmam Şâfi'i'nin
belirttiğine göre tâbi'ilerden biri “yetiştiğim kimi sahabiler bir hadisin
manasında birleştikleri halde sözlerinde ihtilaf etmişlerdi. İçlerinden birine
bu hali söyledim, “manası bozulmadıktan sonra bunun bir mahzuru yoktur” diye
cevap verdi” demiştir. Sahabilerin yukardaki sözleriyle tabiilerin bu
görüşleri, hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olduğu konusunda
icma mesabesindedir.
3. Yine sahabilerden
aynı mecliste oturup bir kıssayı değişik sözlerle rivayet ettikleri halde
birbirlerini uyarmadıklarını gösteren rivayetler vardır. Bu da onların
hadisleri manasıyla rivayette bir sakınca görmediklerini gösterir.
4. Sahabiler Hz. Nebile
birlikte bulunduklarında ondan işittiklerini hemence yazmadıkları gibi
ezberlemek için huzurunda tekrar da etmiyorlardı. Böyle iken, belledikleri
hadisleri aradan uzun yıllar geçtikten sonra rivayet etmeleri gösterir ki
onların ezberledikleri çok kere Hz. Nebi'in lafızları değil, ağzından çıkan
sözlerin taşıdığı manadır.
5. Bir sözde asıl olan o
sözün kendisi değil, manasıdır. Söz, manayı bildiren vasıtadan başka bir şey
değildir. Öyleyse asıl olan, manayı verecek bir söz yerine aynı manayı veren
başkasını getirmenin bir mahzuru olmamak gerekir.
6. Tâbi'iler ile
Tebe'u't-Tabi'in arasında çoğu azadlı köle olan hayli hadis alimi yetişmiştir.
Bunların büyük çoğunluğu Arap asıllı değildir. Böyle olduğu için Arap dilinin
kaidelerini ve ifade özelliklerini tam manasıyla bilmeleri imkansızdır. Halbuki
bunların rivayetlerinde pek çok i'rab hatası ve şive farklılığından doğan yanlışlar
vardır. Bu hatalı ve farklı rivayetler, aralarında-hadislerin mana ile rivayet
edilmelerini caiz görenlerin de bulunduğu birçok muhaddis tarafından oldukları
gibi rivayet edilmişlerdir. Bu da sahabe ve tabi'in devirlerinde mana ile
rivayetin yaygın hale gelmiş olduğunu gösterir. Kaydetmek yerinde olur ki
sahabenin doğru olmayan bir şeyi yapmalarına ne imkan vardır ne de böyle bir
şey onlar için düşünülebilir.
7. Hadislerin mana ile
rivayet edilmelerini caiz görenler, aksi görüşte olanların ileri sürdükleri
“Benim sözümü işitip belleyenin sonra da işittiği gibi başkalarına ulaştıranın
Allah yüzünü ak etsin; zira nice kimseler vardır ki, belledikleri ilmi
kendilerinden daha bilgili birine ulaştırmış olurlar” manasına gelen hadisin
aslında kendilerini desteklediği kanaatindedirler. Oysa bu hadis önce
birbirinden farklı lafızlarla rivayet edilmiştir. Bu o hadisi rivayet edenlerin
aslında Hz. Nebi'in sözlerini değil, o sözlerden kasdedilen manayı rivayet
etmelerinden başka bir anlama gelmez. Öte yandan hadiste “kema semi'ahâ”
buyurulmuştur.
Hadisin bu kısmındaki
“kef” harfi teşbih içindir. Bu itibarla bu kısım “işittiği gibi” manasına
gelmez. Aksine “işittiği lafızların benzerleriyle” demek olur. Öyleyse Hz.
Nebi'in ilim yolcularına müjdeler veren bu sözleri, aynı zamanda hadislerin
manasıyla rivayet edilmelerinde bir sakınca olmadığını gösterir.
Burada çok önemli bir
noktaya işaret etmek gerekir. Hadislerin manasıyla rivayet edilmeleri
konusundaki görüş ayrılıklarının hiçbiri yazılı hadis kaynaklan için geçerli
değildir. Bu kaynaklardaki hadislerin herhangi bir lafızının bir başkasıyla
değiştirilmesi caiz görülmemiştir. Bunun sebebi şudur: Hadislerin manasıyla
rivayet edilmelerini caiz görenler bunu işitilen sözlerin kelimesi kelimesine
zaptedilerek ezberlenmesindeki güçlüğü göz önünde tutarak yapmışlardır.
Hadisler tesbit edilip yazılı metinlere ve kitaplara geçirildikten sonra bu
güçlük ortadan kalkmıştır. Kaide olarak, mahzuru mubah yapan sebep ortadan
kalkınca mahzur devam eder. Buna alimler arasında birlik vardır.
Görüldüğü gibi, sahabe
ve tabiilerden çoğuna göre hadislerin mana ile rivayet edilmeleri caizdir.
Yeter ki hadisin manası bozulmasın. Bununla birlikte bazı alimler, mana ile
rivayeti bir sözde caiz görmüşler, cümlelerde görmemişlerdir. Bazı alimlere
göre de hadisin lafızlarını hatırlayan kimseler için mana ile rivayet caiz
değildir. Nihayet bazıları da hadislerin manasıyla rivayet edilmesini yalnız
hadisi ezberlediği halde sonradan unutan, sadece manasını aklında tutabilen
kimseler için caiz görürler. Böylelerinin hüküm çıkarmak için gerektiğinde
hadisi, manasıyla rivayet etmeleri gerekir. Fakat ezberlediği hadislerin
sözlerini, hatırlayanlar için onları manasıyla rivayet caiz gorülmemişitir.
İbn Hacer'e göre
muhaddislerin çoğu, hadislerin mana ile rivayet edilmelerinin caiz oduğu
görüşündedirler. Onların en kuvvetli delilleri, İslâm Şeriatının yabancılar
için Arapçadan başka dillerle izah edilmesinin caiz olduğu konusundaki icmadır.
İslam şeriatının yabancılar için Arapçadan başka dillerle izah edilmesi caiz
olunca, aynı şeyin değişik lafızlarla Arapça anlatılması öncelikle caiz olur.
Son olarak şunları
söylemek gerekir. Hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olduğu
görüşünde olanlar böyle rivayet için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu konuda
el-Hatibu'l-Bağdadi, özetle şunları söylemiştir: “Selef hadiscilerin çoğu
hadisin manası üzere rivayet edilmesinin caiz olmadığı, her lafzın takdim tehir
olmadan ve ne fazla ne de eksik olmaksızın rivayet edilmeleri gerektiği
görüşündedirler. Bu görüşte olanlar hadislerin sözlerini ve mevzuunu iyi bilen
âlimlerle bilmeyenleri ayırmamışlardır. Şu var ki, selef alimlerinden
bazılarının hadisi, manasını ve bir lafzın yerine geçecek öteki lafzı iyi
bilerek manasıyla rivayet ettikleri zikredilir. Fakihlerin hemen hepsine göre
hadisi manasıyla rivayet, hitap yerlerini ve lafızların manalarını bilen alime
caizdir. Bundan haberi olmayan cahil birine caiz olmadığında ihtilaf yoktur.
Kimi âlimlere göre,
muhaddise manası kapalı ve birkaç manaya muhtemel hadisi lafzıyla rivayet
etmesi vacip olur. Hadis öyle olmayıp da manası açık olduğu takdirde ravinin
Hz. Nebi (s.a.s)'in kullanmış olduğu lafzın yerine geçecek bir başka lafız
kullanmasında sakınca yoktur. Ancak bu takdirde Hz. Nebi'in hadisteki sözünün
yerine getirilen kelimenin, “kame” sözünü “neheda”; “kale” yi “tekelleme”;
“celese”yi “ka'ade”; “arefe”yi “alime”; “erade”yi “kasade”; evcebe”yi “ferada”;
“hazara”yı “harame” şeklinde değiştirmesi gibi, ne fazla ne noksan, ne de Hz.
Nebi (s.a.s)'in kullandığı lafızdan fazla manaya muhtemel olmaması gerekir.
Ravinin hadisleri manasıyla rivayeti bu şartlarla caiz olur. Bizim
benimsediğimiz görüş de budur. Ancak bir şart daha vardır ki o da şudur: Hz.
Nebi (s.a.s)'in bir sözünü işitenin o sözün dildeki manasını ve ne maksatla
söylendiğini iyi bilmesi icab eder. Eğer Hz. Nebi'in sözündeki mecazi,
istiareyi bilirse onun bu sözlerindeki maksadını zikretmeksizin mücerred lafzı
zikretmesi doğru olmaz. Böyle yaptığı takdirde hata etmiş olur. O zaman da
hadisi lafzıyla rivayet etmesi uygun düşer.”
Demek oluyor ki,
hadislerin manasıyla rivayet edilmeleri kısaca, manasını bozmamak, Hz. Nebi'in
anlatmak istediğini değişik gösterecek şekilde lafızları değiştirmemek şartıyla
caiz görülmüştür. Burada esas olarak hadislerin doğru anlaşılmalarının
öngörüldüğü dikkati çekmektedir.